Çöküş Yolunda -V İttihat ve Terakki Cemiyeti, Taşkın ÖNEL

Çöküş Yolunda -V İttihat ve Terakki Cemiyeti, Taşkın ÖNEL
  1. yy.da hem içeride hem dışarıda güç kaybetmeye başlayan Osmanlı devletini kurtarma ya da devletin mevcut durumunu koruma amaçlarıyla pek çok girişimde bulunulmuş, çabalar gösterilmiştir. Bu çabaların kimi kısa süreli olmuş, kimi başarısız olmuş, kimi iyi niyetli kimseler tarafından ortaya konulmuş ama bu girişimlerde bulunanlar, çoğunlukla Avrupalı kurt siyasetçiler tarafından kullanılmaya elverişli olmuşlardır. Tarih boyunca kendilerine ciddi bir rakip, düşman olarak gördükleri, özelde Osmanlı devletini, genelde Müslümanları geldikleri coğrafyaya geri gönderme çabaları hep olmuştur Avrupa’nın. Müslümanlara güç yetirebildikleri yerde askerî bir kuvvet ile üstlerine gelmişler ve onlarla savaşma yolunu seçmişlerdir. Güç yetiremedikleri dönemlerde ise türlü siyasi oyunlara, içerideki iş birlikçileri makam, servet vaatleriyle kullanma yöntemlerine başvurmuşlardır. Osmanlı devletinin son dönemlerinde askeri olarak bir güç kullanmak yerine iş birlikçilerini kullanma yoluna daha çok gitmişler, kendi amaçlarına hizmet eden askerî ayaklanmalara da el altından destek vermekten geri durmamışlardır. Nihayetinde ise kendi içlerindeki karışıklıkları, otorite boşluğunu ortadan kaldırdıkları anda 1. Dünya Savaşı’yla emellerine en kısa yoldan ulaşmaya çalışmışlardır. I. Dünya Savaşı’nın sonunda hem ekonomik hem de askerî zaafları ortaya çıktığında tekrar içerideki iş birlikçilerini kullanma yolunu seçmişler ve bu konuda da hiç zorlanmamışlardır. Bu kirli emellerini yerine getirmek adına kendileriyle çalışmaya istekli, kendi halkını ve yönetimini beğenmeyen, onlara tepeden bakan bir güruhu her zaman hazır bulmuşlardır. Bu güruhların kim olduklarını merak edenler, bir araştırma yapmak isterlerse şayet, bu konuda hiçbir zorlukla karşılaşmayacaklardır. Çünkü Osmanlı devletinin son asrında bu özellikleri haiz pek çok topluluk, gizli cemiyet vb. bulmak oldukça basit bir hadisedir.

1889 yılında Mekteb-i Tıbbiye-yi Şahanenin dört öğrencisi tarafından İttihad-ı Osmani adıyla gizli bir biçimde kurulan örgüt de bu topluluklardan biridir. Topluluğu meydana getirenlerin niyetlerini okumak, bu konuda bir şeyler söylemek elbette ki zordur ve böyle bir yola girmek de doğru değildir. Ancak bu cemiyetin kuruluş şekline, ilkelerine, hareket tarzlarına, iş birliği içine girdikleri yabancı devlet adamlarıyla münasebetlerine bakıldığında bu cemiyetin de devlete, millete pek hayırlı neticeler getirdikleri söylenemez. Peki kimdi bu dört isim? Bunların ilki ve öncüleri İbrahim Temo’dur. İbrahim Temo, “22 Mart 1865’te Manastır vilâyeti Ohri kazasının Istruga (Struga) kasabasında doğdu. Asıl adı İbrâhim Edhem olup babası, “Soylular” olarak tanınan bir müslüman Arnavut aileye mensup tüccar Murad Bey’dir. Daha sonra soyadı haline gelen Temo lakabı Edhem isminin kısaltılmışıdır ve kendisine arkadaşları tarafından takılmıştır.  Mekteb-i Tıbbiyye çevresinde yaygın olan Darwinist ve biyolojik materyalist hareketlerden ve yönetim aleyhtarı cereyandan etkilenen Temo, daha geniş siyasî örgütlenme hareketlerinde önemli rol oynadı.”[1] Bu açıklamalarda dikkat edilmesi gereken nokta, okulda etkili olan ve İbrahim Temo’yu etkisi altına alan Darwinist ve biyolojik materyalist düşüncelerdir. Yönetimi ve tebası Müslüman olan, gayr-i Müslimlerin sayıca diğerlerinden az olduğu bir devletin kurtuluş reçetesinin, İslam’ın dışlandığı hatta düşman olarak görüldüğü bir ideolojide aranmasıdır. Böyle bir reçetenin Müslüman tebayı kurtuluşa erdiremeyeceği, devlet içerisinde bütünleştirici bir rolünün olamayacağı aşikârdır. Devleti eski kudretine ulaştırsa dahi kendisi bizatihi halka düşmanlık edecek yapıda bir düşüncedir, materyalist düşünce. İbrahim Temo, takındığı muhalif tutum ve içine girdiği eylemler yüzünden defalarca divan-ı harpte sorgulanmış, her defasında da bir şekilde serbest bırakılmıştır. Nihayet tabiplik göreviyle İstanbul dışına sürüldüğünü öğrenince yurt dışına kaçmaya karar vermiştir.

İttihad-i Osmani’yi kuran dört isimden bir diğeri, Abdullah Cevdet’tir. Abdullah Cevdet 1869 Arapkir doğumludur. O da Temo gibi, askerî tıbbiyeye girmiş ve buradaki Darwinist ve materyalist düşünceden etkilenmiştir. Hayatı boyunca İslam aleyhinde yazılar yazmış hatta bir ara neslin, ırkın ıslahı için Avrupa ve Amerika’dan damızlık erkek getirilmesi gerektiğini söyleyebilecek kadar bir kompleks içine girmiştir. Osmanlıyı, onun tebasını hakir görmüş, her daim Avrupa’nın üstün bir medeniyet olduğu düşüncesine kapılmıştır. Öğrencilik ve meslek yıllarında içine girdiği faaliyetler dolayısıyla cezalar almış, en sonunda Libya’ya sürülmüştür. Libya’da iken içine girdiği siyasi çalışmalar dolayısıyla Fizan’a sürülmüş, oradan da Paris’e kaçmıştır. Bir dönem İsviçre’de bulunmuş, buradaki faaliyetleri dolayısıyla oradan da sınır dışı edilmiştir. “Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin ardından yeniden İstanbul’a döndü. Çıkarmaya devam ettiği İctihad dergisi İslam aleyhinde yazılar yazıldığı gerekçesiyle pek çok kez kapatıldı. Bunun yanında İngiliz Muhibler Cemiyeti’ni kurdu. Ayrıca İngilizler ile iş birliği yapan Kürdistan Teali Cemiyeti’nde de yer aldı. İctihad dergisinde Millî Mücadele’yi öven yazılar yazarak itibar kazanmaya çalıştı.”[2]

Diğer bir isim 1868 yılında Diyarbakırlı fakir bir ailenin çocuğu olarak doğan İshak Sükuti’dir. O da diğer isimler gibi önce askerî liseye ardından askeri tıbbiyeye girer. Buradaki fikri akımların etkisinde kalır ve materyalist bir görüş sahibi olur. Faaliyetleri dolayısıyla askerlikten çıkarılır ve Rodos’a sürgün edilir. Buradayken arkadaşlarının yardımıyla kaçmayı başarır ve Avrupa’ya gider. Orada da Abdullah Cevdet, İbrahim Temo gibi isimlerle irtibat hâlinde olmaya ve yayınlar çıkarmaya devam eder. “Düzensiz hayat tarzı Sükuti’nin esasen zayıf olan bünyesini epeyce sarstı, vereme yakalandı. San Remo’da öldü.”[3]

İttihad-ı Osmani’yi kuran ekibin son ismi ise Mehmet Reşit’tir. Rus zulmünden kaçıp Osmanlı İmparatorluğuna sığınmış Çerkez bir ailenin oğlu. Mehmet Reşit’in yolu diğer isimlerle askerî tıbbiyede kesişiyor. O da diğerleri gibi muhalif eylemleri dolayısıyla sürgün ediliyor. Tıbbiyenin materyalist düşüncelerinden o da etkilenmiştir.

İttihad-ı Osmani’nin kuruluş amaçları II. Abdülhamit’i tahttan indirmek, meşrutiyeti ilan etmek ve Osmanlı devletinin dağılmasını engellemekti.

Birkaç askerî tıp öğrencisinin girişimi olarak ortaya çıkan bu topluluk, kuruluşunun ilk yıllarında çok da etkili olmuş bir topluluk değildir. İttihad-i Osmani adlı topluluk, kurulduğu ilk yıl, yurt dışında sürgünde bulunan bazı Osmanlı münevverleri tarafından Paris’te kurulan İttihat ve Teraki Cemiyeti ile birleşmişlerdir. Bu birleşme de cemiyetin siyaset sahnesinde etkili olmalarına yetmemiştir. Siyasi bir güç olarak ortaya çıkmaları ise Selanik’te birkaç subay tarafından 1906’da kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyet’i ile 1907 yılında Paris’te birleşmeleri ile olmuştur. Dikkat edilecek olursa Avrupa’nın -özellikle Fransa’nın- deyimiyle hasta adam durumunda olan Osmanlı devletinin kurtuluş reçeteleri, ezeli düşmanların, Avrupa milletlerinin ana vatanlarında aranıyor. Rakip ve düşman olan Avrupa devletleri tarafından himaye edilmek, onların yardımlarına mazhar olmak pek de hayra yorulacak bir durum olmasa gerektir. Bu devletlerin asıl niyetlerinin Osmanlı münevverleri tarafından anlaşılamamış olması, hayret uyandıran ayrı bir durumdur. Gerçi söz konusu basiret yorgunluğunun günümüz münevverlerinde de bulunduğunu gözlemleyebiliyoruz. O dönem siyasileri ve münevverleri, sıkıştıkları yerde kurtuluşu Avrupa’da ve onların kurt siyasilerinin yanında arıyorlardı. Günümüzde de benzer gafletlerin sergilendiğini görüyoruz. Kendi devletini Avrupa siyasetine şikâyet etme, o dönemden bu döneme tevarüs eden kötü bir haslettir.

1907 yılında gerçekleşen birleşme ile birlikte cemiyetin yapısında çok farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Birbirinden farklı düşüncelerin temsilcilerinin bir arada bulunduğu bir teşkilat ile karşı karşıya kalınmıştır. Türk milliyetçiliğini savunanların yanı sıra Osmanlıcılık ya da Batıcılık düşünceleri etrafında toplananların sayısı hiç de yabana atılır cinsten değildir. Hâl böyle olunca Cemiyet’in ideolojisinin tam olarak ne olduğunu söylemek pek de mümkün olmuyor. Cemiyetin ilk dönemlerinde, Osmanlı devletinin bütünlüğünü savunan herkesin girebileceği düşüncesinin hâkim olduğu görülür. Böylece gayr-i Müslimlerin de cemiyet içinde kendilerine yer buldukları görülür. Cemiyetin önemli isimlerinden biri olan Fethi Okyar ise cemiyetin sanıldığından çok daha Türk milliyetçisi olduğunu dile getirmektedir.

Cemiyet içerisindeki düşünce farklılıkları o kadar fazladır ki iktidarı ele geçirdikleri 1909 tarihinden itibaren bu farklılıklar iyice gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. İktidarı ele geçirmeden önce de aslında bir bölünme yaşanmıştır. 1902 yılında Paris’te gerçekleştirilen kongrede düşünce ve yöntem farklılıkları ön plana çıkmış ve Prens Sabahattin etrafında toplanan muhalif bir kesim İttihat ve Terakki’den ayrılmıştır. Zaten İttihat ve Terakki’nin yapısına bakılacak olursa bu cemiyetin, farklı zamanlarda farklı bölgelerde kurulmuş muhalif örgütlerin birleşmesiyle çeşitlilik kazandığı görülecektir. Cemiyette farklı dönemlerde birbirinden değişik isimlerin etkili oldukları, liderlik yaptıkları görülecektir. Askerî tıbbiyenin dört öğrencisiyle başlayan hareket, ilerleyen zamanlarda daha güçlü, daha etkili liderliklere sahne olmuştur.

İttihat ve Terakki’nin önceki muhalif yapılanmalardan daha güçlü bir yönü vardı: askeri güç. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin mensupları daha çok sanatçılar ve devlet adamlarıydı ve onlar fikirlerini eserleri ve gazete aracılığıyla halka aktarmaya çalışıyorlardı. Ancak İttihat ve Terakki sadece muhalefet etmekle kalmamış, iktidarı da ele geçirmiştir, askerî gücü sayesinde. İttihat ve Terakki’yi oluşturan güçlü unsurun askeri yönlerinin olması dolayısıyla muhalefetleri de şiddetli olmuş hatta birbirilerine karşı suikastlar düzenlemişlerdir. Bu muhalefet Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki zamanlarda da kendini iyiden iyiye hissettirir. 1905 yılında Şam’a tayini çıkan ve orada Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kuran Mustafa Kemal, daha sonraları arkadaşlarıyla birlikte İttihat ve Terakki Cemiyetine katılır. Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin, İttihat ve Terakki’ye katılmasıyla cemiyet, ordu içerisinden üst rütbelerden daha güçlü taraftarlar edinir. Ancak bu güç birliği de bireyler arasındaki fikir ayrılıklarını gidermeye yetmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atıldıktan sonra ise İttihat ve Terakki Cemiyetinde hep var olan muhalefet kendini yine gösterir. Bu öyle bir muhalefettir ki iş, birbirlerini ortadan kaldırma boyutlarına kadar varır.

Meşrutiyeti tekrar ilan ettirmeyi başarmış olan İttihat ve Terakki, Balkan Savaşları’nda ve bütün dünyayı kasıp kavuran I. Dünya Savaşı’ndan ağır yenilgiler almışlardır. Bu yenilgiler hem koskoca imparatorluğun hem de İttihat ve Terakki’nin sonunu getirmiştir. Cemiyetten kopmalar hızlanmış ve pek çok kimse Anadolu’da başlamış olan Millî Mücadele safına geçmeye başlamıştır. Saf değiştiren eski İttihatçılar, mevcut İttihatçılara düşman olmuş ve onların hiçbir sahada etkili olmalarına izin vermemişlerdir.

 

[1] TDV İslam Ansiklopedisi, İbrahim Temo maddesi

[2] https://www.yeniakit.com.tr/kimdir/Abdullah_Cevdet

[3] https://www.beyaztarih.com/ansiklopedi/ishak-sukuti

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.