SEYYİD KUTUB’UN ŞEHADETİNİN 53. YILDÖNÜMÜ-1
SEYYİD KUTUB’UN ŞEHADETİNİN 53. YILDÖNÜMÜ-1
Ali KAÇAR
Seyyid Kutub, 1906 yılında Mısır’ın Asyut kasabasına bağlı Muşa köyünde dünyaya gelmiştir. Seyyid Kutub’un ailesi aslen Arabistanlıdır. Dedesi Şeyh Vakur, Arabistan’dan Mısır’a göç etmiş ve burada çiftçilikle uğraşmaya başlamıştır. Dedesi ilim, takva ve güzel ahlakıyla bilinen ve tanınan birisiydi. Kendisinin İslami şahsiyet kazanmasında annesinin çok önemli etkisi olmuştur. Annesi çok mütedeyyin ve asil bir aileye mensuptu.[1] Seyyid Kutub’a ahlakıyla, sevgi ve şefkatiyle çok tesir etmişti. Nitekim annesinin yoğun istek ve teşvikiyle küçük yaşlarda Kur’an’ın tamamını -10 yaşında iken- hıfzederek hafız olmuştu. Kutub, annesine ithaf ettiği “Kur’an-ı Kerim’de Edebi Tasvir” adlı eserinde, onun dinine ne kadar bağlı bir kadın olduğundan övgüyle söz ederek ithaf kısmında şöyle demiştir: “Ramazan ayında evimizde Kur’an okuyan hafızları perde arkasından ne güzel dinlerdin! Ben o sıralarda çocuktum, yanında oynar, gürültü ederdim de ciddi bir işaret ve keskin bir kaş çatışla bana engel olurdun. Ben de susar, seninle birlikte tilavete kulak vermek zorunda kalırdım. Dinledikçe anlayamasam da ruhum onun derin musikisinde kana kana içerdi. Senin ellerinde büyüdüm. Tek amacın hafız olmam, Allah’ın vereceği tatlı bir sesle sana Kur’an okumamdı. Amacının bir kısmı gerçekleşip Kur’an’ı ezberleyince beni, şimdi yürümekte olduğum, daha ciddi bir yola yönelttin.”[2]
Seyyid Kutub’un babası Hacı İbrahim Kutub da köyde sayılan, sevilen İslami yönü ile maruf bir şahsiyetti. İbrahim Kutup ziraatla uğraşır, elde ettiği mahsulün bir kısmını satar bir kısmını da fakirlere infak ederdi. Seyyid Kutub babasına ithaf ettiği “Kur’an’da Kıyamet Sahneleri” adlı eserinde ise babası için şöyle demekteydi: “Ben küçük bir çocuk iken ruhuma ahiret korkusunu sen yerleştirdin. Bana öğüt vererek ya da döverek bu duyguyu aşılamış değilsin. Ama gözümün önünde yaşıyordun. (…) Ahiretten korkardın, bunun için reddine muktedir olduğun bir kötülüğü affederdin ki bu sana ahiret gününde kefaret olsun. Bazen olurdu ki ihtiyacın olan şeyi dahi infak edecek kadar cömertlik gösterir, infak ettiğinin, senin için ahiret gününde azık olmasını isterdin. Sen, daima şu şeklinle gözümün önündesin: Biz, her akşam, yemeği yedikten sonra bir Fatiha okuyor ve ahirete göçmüş bulunan ana-babanın ruhuna gönderiyorsun. Biz çocukların da henüz Fatiha’nın tamamını ezberlemezden önce onun bazı ayetlerini okuyarak sana katılıyoruz.”[3] Kısacası Seyyid Kutub’un hem annesi, hem de babası çok dindar, müdeyyin ve takva sahibi insanlardı.
Seyyid Kutub, ilk eğitimini aile içinde aldıktan sonra, orta ve lise tahsilini el-Ezher Üniversitesinde tamamlamıştır. Orta ve lise tahsilinden sonra 1929’da girdiği Daru’l-Ulum Fakültesi’ni[4] 1933’de 27 yaşında iken bitirmiştir. Seyyid Kutub, tahsilini tamamladıktan sonra Mısır Umumi Maarif Bakanlığı (Milli Eğitim Bakanlığı)’nın bünyesinde çalışmaya başlamıştır. Çeşitli illerde öğretmenlik yaptıktan sonra 1940-1945 yılları arasında bakanlıkta müfettiş olarak görev yapmıştır.[5]
Seyyid Kutup’un Hamide ve Emine adlı iki kız kardeşiyle Muhammed adında küçük bir de erkek kardeşi vardı. Daha Kahire’de lisede okurken babası vefat etmiş, annesinin ve kardeşlerinin bütün mesuliyetleri kendi üzerine kalmıştı. O da bu durumdan oldukça sıkılmıştı. Bu sıkıntıdan biraz olsun kurtulmak için, -dayısının da yardımıyla- annesini Kahire’ye taşınmaya razı etmiş ve Kahire’ye taşınmışlardır. 1940 yılında annesinin de ani vefatı Seyid Kutup’u oldukça etkilemiş ve kendisini hayatta yalnız hissetmeye başlamıştı.[6]
Bazı kaynaklar Seyyid Kutub’un hayatını dört döneme ayırmışlardır. Bu dönemler;
- 1906-1919 arası dönem: Seyyid Kutub, bu dönemde ailesinin itinalı dini terbiyesi altında yetişmiş, bir tarafta köylerindeki medreseye devam ederken bir taraftan da babasının ve annesinin özel terbiyesi altında bulunmaktaydı. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberleyerek hafız olması bu dönemde gerçekleşmişti.
- 1919-1939 arası dönem: Bu dönemde Kahire’ye giderek orta ve liseyi bitirmiş ve 1929 yılında da üniversiteye “Darul Ulum”a kayıt olmuştur. Darul Ulum’a girmesindeki maksadı Arap dilinde ihtisas sahibi olmaktı. Kardeşi Muhammed Kutub’un “Küçük Çığlıklar” adli kitabının önsözünde de anlattığı gibi Darul Ulum’da dört sene okumuştu. ‘Burada okutulan dersler ise Tarih, Coğrafya, Arap edebiyatı, İngilizce, Sosyoloji, Matematik, Fizik, Felsefe ve dini ilimlerdi.’[7]
Darul Ulum’dan mezun olduktan sonra Millî Eğitim Bakanlığında öğretmen ve daha sonra da müfettiş olarak görev almıştır. Fakat bir yazar olarak görevini daha iyi yapabilmek için bu görevlerde fazla kalmamış istifa ederek her konuda kendisini yetiştirmek için okumaya ağırlık vermiştir. Özellikle bu dönemde, Arapçaya çeşitli dillerden çevrilmiş eserleri incelemiş ve çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur. Çok geçmeden tanınan ve bilinen bir yazar haline gelmiştir. O dönemde, Mısır toplumunda isim yapmış bilinen/tanınan yazarlar ise Taha Hüseyin, Abbas Mahmut Akkad ve Mustafa Sadik Rafi gibi isimlerdi. Seyyid Kutub’un yazıları da tıpkı bu yazarların yazıları gibi okunmaya ve aynı gazete ve dergilerde yayınlanmaya başlanmıştı.
‘Hâsılı Seyyid Kutub 2. dünya savaşı sonlarına kadar, daha çok edebi konularda eleştiriler yazmıştır. 1930-1940’lı yılların edebiyatla ilgili oturum ve tartışmalarından faal olarak sahnede görülmeye başlamıştır. (…) Seyyid Kutub, artık iyi bir gazeteci ve eleştirmendi. 1921’de Mahmud Akkad’ın aracılığıyla halkçı yayınlarda başladığı yazma işini ara vermeden arttırarak devam ettirmiştir. Böylece Kutub, bu gazete ve dergi sütunlarında görüşlerini çok genç yaşlardan itibaren yansıtmaya başlamıştır. Daha çok şiir ve hikâyeye merakı bulunmaktaydı. Yazdığı eserlerden en az üçü; “Köyden Bir Çocuk” (Tıfl Minel Karye)[8], Dörtlü Rüyalar, (bu eserini kardeşi Muhammed ve kız kardeşleri Hamide ve Emine’nin yardımlarıyla yazmıştı) ve Dikenler kendi hayat hikâyesiyle ilgiliydi. “Dikenler” buruk bir aşk yenilgisini anlatmaktadır. Bu hadiseden sonra Kutub ömrünün sonuna kadar bekâr yaşamıştır.’[9]
Kutub bu dönemde, Allah’a olan inancını da koruyarak, sosyalizme yönelmiş ve edebi çalışmalarını aynı yoğunlukta devam ettirmiştir. Daha sonraları kendisi bu dönemi “cahiliye dönemi” olarak adlandırmıştır.[10] Nitekim bu dönemde, edebiyatla yoğun bir şekilde ilgilenen Kutub, edebiyat çevreleriyle içli dışlı olmuş, Taha Hüseyin, Mahmud Akkad, Ahmet Emin, Sadık er-Rifai gibi isimleri yakından izlemiş ve bunlarla yakın ilişki kurmuştur.[11]
Onu fikri bunalıma götüren amillerin başında, bir dönem felsefeye çokça dalmasıdır. Bunu daha sonra kendisi şu cümleleriyle itiraf edecektir: “Bu satırların yazarı, yaşadığı kırk sene boyunca başka vadilerde gezip dolaşmış, sonra da düşünce dünyasının gerçek dinamiklerine dönmüş bir kişidir. Ömrümün kırk yılını orada geçirdiğimden pişman değilim; çünkü o dönemde cahiliyeyi bütün yönleriyle tanıdım”[12] demiştir.
- 1939-1951 arası dönem: 21 Ekim 1946’da bu günkü medeniyeti tenkit ederek onun manevi değerlerden soyutlanmış, sadece maddi bir medeniyet olduğunu delillerle açıklıyordu. 1948’in sonlarında ise “İslâm’da Sosyal Adalet” kitabını[13] yayımlamıştır. Kutub bu kitabında insanlığın arzu ettiği gerçek sosyal adaletin İslâm’da olduğunu ve hakiki adaletin Kur’an’ın gölgesinden başka hiçbir yerde olmadığını açık açık anlatarak hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatın dahi İslami ölçülerden kaynaklanması gerektiğini vurgulamaktaydı.
Seyyid Kutup’un bu dönemde edebiyata bakış açısı artık değişmiştir. Çünkü hayatının önceki dönemlerine baktığımızda edebiyatı din ile ilgisi olmayan bir güzellik olarak değerlendirmekteydi. Fakat şimdi her şeyin olduğu gibi edebiyatın da tüm konularını doğrudan doğruya İslâm’dan alması gerektiğini söylemektedir. Gerçekte, edebiyata olan aşırı ilgisi geçici bir süre İslam’dan uzak kalmasına yol açmıştı. Günlük beş vakit namazlarını düzenli olarak kılmaya başlamıştı yine.[14]
SEYYİD KUTUB’UN GÖZÜNDE AMERİKA
Seyyid Kutub’un Batı ile ilgili düşünceleri İngiliz işbirlikçisi krallık yönetimini rahatsız etmekte idi. Hatta Kral Faruk, bu düşüncelerinden dolayı Kutub’u tutuklatmak bile istemişti. Çünkü Kutub, yazılarında sert bir üslup kullanıyor, İngiliz işgalinin ve yönetimin baskısına karşı sert bir tutum sergilemekteydi. Kutub yazılarında krallık yönetimini ve bürokrasiyi, ülkedeki yolsuzluklardan, toplumdaki başıboşluktan, fakirlik ve yoksulluktan sorumlu tutmaktaydı. Kutub’a, bu düşüncelerinden dolayı sadece hükümet ve saray karşı değildi. Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki çalışma arkadaşlarının pek çoğu da rahatsızdı. “Çünkü Seyyid Kutub, her şeye boyun eğen, aşağılanmış, amirine yakın görünmek için yardakçılık yapan, sadece işini düşünüp başka bir şey yapmayan ve kendisini hiçbir şey ilgilendirmeyen, emekliliğini bekleyen, dairesinde oturmuş, ‘işin bitmesine daha ne kadar var?’ diye düşünen, aşk ve şevkle emeklilik senesini bekleyen bir memur gibi değildi. (Aksine) Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki işlerin düzelmesi için sunduğu teklifler, bunun için hazırladığı plan ve programlar ve bundan başka sebeplerden dolayı bakanlık görevlileri ve yetkilileriyle olan tartışmaları bir hayli fazlaydı.”
Gelişmeler üzerine Hükümet, Kutub’u yurt dışına -ABD’ye- göndererek orada gördüklerinden olumlu şekilde etkilenecek ve geri döndüğünde gerek hükümetin gerekse kraliyetin Batı yanlısı politikalarına muhalefetine bir son verecekti.[15] Bu ve benzeri gerekçelerle Seyyid Kutub, 1949’da ABD’ye gönderilmiş ve ABD’de 2.5 yıl kalmıştır.[16] Ancak Seyyid Kutub, kendisini ABD’ye gönderenlerin beklentilerini boşa çıkarmış, Batı’ya hayran gözlerle bakmamış; bilakis Batıyı ve Batılı değerleri ciddi bir kritiğe tâbi tutmuş, yer yer Doğu ile karşılaştırmalar da yaparak Batı’nın içine düştüğü çıkmaza işaret etmiştir.
Seyyid Kutub, Amerika’da kaldığı süre içerisinde ABD’yi, İngiltere’yi kısacası Batı’yı daha iyi tanıma fırsatı bulmuştu. Ona göre “asıl düşman seküler, materyalist, bireyci ve kapitalist Batı’ydı ve Müslümanlara düşmanlık noktasında Batılılar tek bir bütün halinde hareket ediyorlardı. Kutub bu konuda ‘İlk Düşmanımız: Amerikalı Beyaz Adam’ adlı makalesinde şöyle diyordu: ‘Avrupa emperyalizmine karşı Amerika’nın bizimle beraber olabileceğini zanneden kimseler ya ahmaktırlar ya da Ortadoğu ülkeleri üzerindeki emperyalizmin beşinci hazır kuvvet taburunda çalışan aldatılmış kimselerdir. Bazen Amerikan emperyalizminin menfaat ve çıkarları çatışabilir. Bunun sonucu olarak herhangi birisinin bizim saflarımızda bağımsızlık ve hürriyet mücadelesi vermesi söz konusu değildir. Gerçekte bu, Amerika’nın Avrupalının ayaklarını başımızın üzerinden kaydırıp yerine kendi ayağını koyması mücadelesi demektir. Onlar her zaman için bizim aleyhimize olmak şartıyla kendi aralarındaki anlaşmazlıklara çözüm yolu bulurlar.”[17]
Amerikan toplumuyla ilgili tespitlerine ABD’nin maddî gücü ile insanî değerlerin varlığı arasındaki tezada değinerek başlayan Kutub, manevî değerlerden oldukça yoksun olan Amerikan toplumunun maddî çıkarları önceleyen bir toplum olduğuna vurgu yapar. ABD’nin inşasında ilme dayanan ve sadece ona güvenen Amerikalı, yeni bir memleket inşa etmiştir. Olabildiğince zenginlik elde etmek, elindekinden daha fazlasına sahip olmak, Amerikalının hayat felsefesi olmuştur. ABD’ye ilk gelen Batılılar, bu hâlet-i rûhiye ile memleketlerini kurdular.
Seyyid Kutub’un ABD dönüşünde yayımlanan ‘el-İslâm ve Muşkiletu’l-Hadâre: İslâm ve Medeniyetin Problemi’ isimli kitabında da insanlığa medeniyetin zirvesi olarak sunulan Batı ve ABD eleştirisi yapmış ve onun yazdıkları, dönemin ABD hayranı Mısırlı aydınlar arasında şaşkınlıkla karşılanmıştır:
“İnsanlığın şahit olduğu uygarlıklardan hiçbirinin tüm değeri ne insanın icat ettiği aletlerle, ne emre amade kıldığı güçle, ne de eliyle çıkardığı ürünle sınırlıdır. Bilakis bu uygarlıkların değerinin çoğu, insanın doğruyu aradığı kâinatın hakikatlerinde, hayatın biçim ve değerlerinde ve bu rehberliğin onun bilincine bıraktığı yükselmede, gönlünde bıraktığı ahlâkta ve hayatın değerleri üzerine derin düşünmededir.
İnsanın icat ettiği aletlere, emrine aldığı kuvvetlere, ürettiği eşyalara gelince; bunların insanî değerler ölçüsünde tek başına bir ağırlığı yoktur. Bilakis bunlar, başka bir temel değer için konulmuş bir işaretten ibarettir: Bu değer, insanlık unsurunun insanda ne denli yükseldiğinin, eşya ve hayvan âleminden de ne denli uzaklaştığının bilinmesidir. Yani, hayatı düşünme ve anlama hususunda insanî değerler sermayesine ne kadar zenginlik kattığıdır.”
“Amerika’daki hiçbir şey sakin bir zihne işaret etmemektedir. Hayatı kolaylaştıracak tüm rahat vesilelere, güven veren emniyete, kolay ve rahat bir şekilde harcanan bol enerjilere rağmen bu böyledir.
Amerika’nın dünyadaki temel rolü, pratik ilmi araştırmalar, düzen ve güzelleştirme ile üretim ve idare alanlarındadır. Akla ve güce dayalı her şeyde Amerika’nın dehası ön plandadır. Ruh ve duyguya ihtiyaç duyulan alanlarda ise Amerikan ilkelliği görülmektedir.
Elbette insanlık, Amerika’nın kendi alanındaki dehasından istifade edip onun üzerine yeni unsurlar ekleyebilir. Fakat insanlık büyük hata yapmakta ve insanlığın sahip olduğu değerleri büyük bir tehlikeyle baş başa bırakmaktadır. Çünkü insanlık, Amerikan hayat tarzını ve bilincini kendine örnek almaktadır!”[18]
Amerika’da kaldığı bu müddet içerisinde Mısır’daki arkadaşı Tevfik el-Hâkim’in ‘Kral Ödip’ isimli eserini tenkid ederek ‘kitabın mevzuunu Grek ruhundan değil de İslami ruhtan mülhem bir mevzuu olarak seçmesinin daha iyi olacağını’ belirten mektuplar göndermişti. Bu mektuplarda Amerikan toplumunu ve medeniyetini devamlı olarak tenkit ediyordu. Çünkü bu medeniyette ruhi değerlerden hiçbir şey yoktur, diyordu. İnşallah gelecekteki konular, hayata, kâinata ve insana özel bir bakış açısı olan İslâm’dan kaynaklanır” diyerek temennilerini de bildiriyordu.[19]
Seyyid Kutub, ABD’yi sert bir şekilde eleştirmekteydi. Düşkünlere ve yoksullara kimsenin acımadığı, insanların Dolar’a tapındığı bir ülkede onun inandığı değerlere yer yoktu. Hasan el-Benna’nın öldürülüşünün hemen ardından herkesin nasıl vahşice mutluluğa boğulup bayram ettiğine kendisi şahit olmuştu. 1951 yazında Mısır’a döndüğünde Amerika’yı öylesine sert bir dille eleştirdi ki, sonuçta Umumi maarif Vekilliği’nden istifa etmek zorunda kaldı bu istifadan sonra İhvan’la temasları giderek artmıştı.[20]
Seyyid Kutub, ABD’ye gittiğinde halen seküler bir milliyetçi midir? Otobiyografisini İngilizce’ye çeviren John Calvert, “Hayır” der. Çünkü Kutub’un ABD’de sadece kötü anıları olması mümkün değildir. Kutub, arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, Amerikan yaşam tarzını, kiliselerde düzenlenen danslarda kestirdiği saçın kötülüğüne kadar her yönü ile sert bir şekilde eleştirerek, Mısır’ı giderek etkisi altına alan Batı kültürünü kötülemeyi amaçlamıştır. Dolayısıyla Kutub, ABD’ye gitmeden önce bir İslamcıdır.
Paul Berman’a göre de “İslami ve Sosyal Adalet” kitabının gösterdiği gibi “Amerika’ya gitmeden önce İslami fundemantalizmi tamamen benimsemiştir.” Kitaplarını Türkçe basan Özgün Yayıncılık da Kutub için hazırladığı biyografide, ABD’ye gitmeden önce MK (Müslüman Kardeşler-AK) ile bağlantı kurduğunu ve “Fikir” adında -kapitalizme ve servet sahiplerine çattığı- bir dergi çıkarmaya başladığını belirtir. ABD’de de bu dergiyi çıkarmayı sürdürdüğü[21] belirtilmiştir.
Seyyid Kutub’u İhvan’a daha da yaklaştıran Amerika’da yaşadığı iki önemli olay vardır. Bu olaylardan biri Müslüman Kardeşler Cemiyeti’nin lideri olan Hasan el-Benna’nın şehit edilmesiydi. Amerikan kamuoyunun bu haberi memnuniyetle karşıladığını bizzat müşahede etmişti Kutup. Bu durum onda bir kırgınlık yarattı ve ülkesinde yaşanan gelişmelere daha farklı bir gözle bakmaya başladı. İkinci hadise, Kutup’un bir İngiliz ajanı ile arasında geçen bir diyalogdu. James Heyworth-Dunne olarak kendisini tanıtan bu ajan, diyalogları esnasında Kutub’a, Hasan el Benna ve örgütü hakkında bir istihbarat belgesi göstermiş ve Müslüman Kardeşler’in, Doğu’da, Batı medeniyetine karşı durabilecek tek hareket olduğunun altını çizmişti.[22] Bu olaylar ve ülkenin çalkantılı siyasi atmosferi, geri döndüğünde Kutup’un, Müslüman Kardeşler ile temasa geçmesine neden olmuş ve Cemiyetin yayın organı olan el-Dava’da yazmaya başlamıştı. 1952 yılına gelindiğinde ise Cemiyetin resmen üyesi olmuş ve bu tarihten itibaren Kutup’un kaderi, Cemiyet’in kaderi ile iç içe geçmişti.[23] Bazılarına göre ise Seyyud Kutub’un İhvan’a katılma tarihi 1940’lı yılların sonudur. Nitekim İbrahim Ebu Rebi ile yapılan bir röportajda, Ebu Rebi: “Kutub’un harekete 1940’ların sonunda katıldığını söylemekle yetineyim. Harekete katıldığı kesin tarihi kimse bilmiyor ancak kanaatime göre hareketin kurucusu Hasan el-Benna’nın şehid edilmesinden sonra katılmaya karar verdi. Bilhassa akılda tutulması gereken bir etken bu.[24]”
- Dönem, 1951 ile 1965: Kutup bu dönemde edebiyattan tamamen sıyrılarak İhvan-i Müslimin teşkilatına katılmıştı. Abdulhakim Abidin’in anlattığına göre Seyyid Kutup artık İhvanın bir fikir elemanı olmuştu. Hür Subaylara desteği, cezaevine girişi, işkenceler, Yoldaki İşaretler Kitabı ile Fizilal-i Kur’an tefsirinin tamamlanması ve idamı bu dönemde gerçekleşmiştir.
Bazı yazar ve araştırmacılar da Seyyid Kutub’un hayatını iki bölüme ayırmışlardır. Bu bölümler:
- Kendini edebiyata verdiği ve mahdut bilgilerine dayanarak sosyalizmi savunduğu taşkınlık devresi…
- İslam ve çeşitli doktrinler üzerinde yıllarca yaptığı akademik çalışmalar sonundaki olgunluk devresi…
Kendi tabirine göre hayatının birinci bölümü, ‘cahiliye devresi’dir. Bu devrede de temiz bir ahlak ve akideye sahip olmakla beraber, son zamanlarındaki; ilhamını Kur’an’dan alan ve İslam’ı kendine şiar edinen olgun hali henüz mevcut değildi.[25]
Okumayı çok seven birisiydi; bazı bilgilere göre günde 10 saatini okumaya ayırmaktaydı Seyyid Kutub! Bu konuda merhum Şehid şöyle demekteydi:
“Bu satırların sahibi. Ömrünün kırk senesini okumakla geçiren bir insandır. Bu müddet içinde beşeri bilgileri okuyup tetkikten geçirmeyi kendisine ilk vazife saymıştır. İlmi sahalarda profesyonel ve akademik çalışmalar yaptı… Sonra kendi akide ve kültürünün asıl kaynaklarına döndüğünde, bu kaynakların azameti karşısında bütün okuduklarının ne derece cılız kaldığını hayretle müşahede etti. Gerçekte, bunu icabettirirdi. Ama ömrünün bu yolda geçen kırk senesine yanmadı. Çünkü o kırk sene O’na; cahiliyetin hakiki veçhesini, ondaki sapıklığı, cılızlığı, soysuzluğu, dağdağayı, böbürlenmeyi, kuruntu ve iddia gibi hususiyetleri öğretti. Bir Müslüman’ın bu iki zıt kaynağı bir araya getirip kendinde cem etmesinin mümkün olmayacağını yakinen bildi.
Şuracıkta kaydettiğim husus, aslında kendi görüşüm de değildir. Esasen bu mes’elede şahsi görüşün yeri yoktur. Bilelim ki o, Hak terazisinde Müslüman’ın beşeri görüşünden çok daha ağırdır. Zira O, Hz. Allah’ın ve Peygamber-i Zişanın kavlidir. Biz de O’nu hakem kılıyor ve ihtilaf ettikleri meselelerde Allah ve Resulüne başvuran mü’minler gibi, Allah’a ve Resulüne sığınıyoruz.”[26] (Devam edecek)
[1] Seyyid Kutub, Hayatı, Fikirleri, Eserleri, Hikmet Yayınları, Neşre hazır: H. Kamil Yılmaz, 1980, İstanbul, s.35; ayrıca bkz; Gılles Kepel, Peygamber ve Firavun, Çizgi yayınları, 1.bsk. Mayıs 1992 İstanbul, s.44
[2] Fatmanur Altun, Seyyid Kutub, İlke Yayıncılık, tarihsiz, İstanbul, s.30
[3] Seyyid Kutub, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, 2.bsk. Hilal yayınevi, terc. Doç.dr. Süleyman Ateş, Ankara
[4] Hasan el-Benna da 1923-1926 yılları arasında aynı akademide tahsil görmüştür. Bkz; Kepel, age.45; Selin Çağlayan, Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a İslamcılık, İmge Yayınları, 2.bsk. Şubat 2011, İstanbul, s.165 vd.
[5] Kepel, age. s.45
[6] http://www.davetci.com/d_biyografi/biyografi_skutub.htm
[7] Seyyid Kutub, Hayatı, Fikirleri, Eserleri, Hikmet Yayınları, s.63
[8] İlk defa 1946’da Kahire’de yayınlanan bu kitapta Kutub, çocukluk hâtıralarını son derece hassasiyet ile yazmıştır.- http://www.kitapyurdu.com/kitap/koyden-bir-cocuk/310109.html
[9] Kepel, age. s.46-47; Bu kitab, “bir genç kızla aralarında cereyan eden temiz ve nezih aşk macerasını canlandırıyordu. Birbirlerine gönül veriyorlar, nişanlanıyorlar, fakat bu sevgiye karışan bir takım riya ve aldatmaları yüksek ahlakla bağdaştıramıyor ve bir daha görüşmemek üzere ayrılıyorlar. Sevgilisine ithaf ettiği bu esere şu cümleleri yazmıştır: ‘Benimle birlikte dikenliklerle dalıp ben kanadıkça kanayan, bencileyin ızdırap çeken ve bu aşk savaşından birlikte aldığımız yaraların sızlayışı içinde vedalaşıp ayrıldığım sevgiliye ithaftır.” Bkz. Seyyid Kutub, Fizilal-i Kur’an Tefsiri, Hikmet yayınevi, 1972, c.1, 2 bsk. İstanbul, s.10
[10] Seyyid Kutub, Hayatı, Fikirleri, Eserleri, Hikmet Yayınları, s.65
[11] http://dusuncemektebi.com/d/101862/hafiza-tazelemek-ve-tarihin-ihyasi/
[12] http://www.konyayenigun.com/kultur-sanat/misirli-bir-alim-sehit-seyyid-kutup-h99642.html
[13] Bu kitabı, Kutub’un İslam’a dönüşümünde mihenk taşı olarak kabul edilir. Ancak bu kitabı 1948’de mi, yoksa ABD’ye gittiği 1949’da mı yazdığı tartışmalıdır. Bir başka deyişle, Kutub ABD’ye gitmeden İslam’a dönmüş müydü yoksa eğitim amacıyla ya da bir tür sürgün olarak iki yıl geçirdiği Amerika mı onu İslamcı yapmıştı, bu konuda görüş birliği mevcut değil. Bkz; Çağlayan, age. s.212; İslam’da Sosyal Adalet Kitabı, Cağaloğlu Yayınevi tarafından Yaşar Tunagür ile Dr. M. Adnan Mansur’a tercüme ettirilerek Türkçe’ye kazandırılmıştır. Kitabın 6 Şubat 1962 (1 Ramazan 1381) tarihli ön sözünde “Bu ihtiyacı karşılamak gayesiyle, bu sahada yazılmış eserler içinde müstesna yeri bulunan, Prof, Seyyid Kutub’un ‘İslam’da İçtimai Adalet’ adlı eserinin 1958 yılında Kahire’de münteşir 5’nci baskısından metne tamamıyla sadık kalınarak tercüme edilen işbu kitabın aslının, halen Mısır’da 7’nci baskısı yapılmıştır. Arapçası 2 milyon nüsha gibi çok büyük bir baskı adedine yaklaşan tirajı ile ne büyük bir rağbete mazhar olduğu izahtan müstağnidir” denilmiştir. Bkz. S. Kutub, İslam’da Sosyal Adalet 1. C. Cağaloğlu Yayınları, tarihsiz, İstanbul.; Hamza Türkmen ise, bu kitabın tercümesi ile ilgili olarak; Türkiye’de sosyalist düşünce ve hareketlerin yaygınlaşmasına karşı İslam’da Sosyal Adalet kitabı, Diyanet Teşkilatı’ndan Yaşar Tunagür’e tercüme ettirilip, Cağaloğlu Yayınevi tarafından yayınlatıldı ve muhafazakâr camiada sosyalist söyleme karşı bir araç olarak kullanıldığını söylemiştir. Bkz. http://www.haksozhaber.net/okul/article_detail.php?id=4789
[14] Kepel, age.s.48
[15] F. Altun, age. s.42-43
[16] ABD’ye gönderiliş tarihi ile ilgili farklı tarihler bulunmaktadır; kimileri 1941 (http://www.vahdet.info.tr/isdunya/dosya10/2910.html) 1945 ve 1948 (http://dirilispostasi.com/a-3951-amerikayi-seyyid-kutubun-gozuyle-gormek.html), olduğunu söylerken, kimileri de 1949 (http://www.davetci.com/d_biyografi/biyografi_skutub.htm) olduğunu söylemişlerdir.
[17] F. Altun. Age. s.45-46
[18] http://dirilispostasi.com/a-3951-amerikayi-seyyid-kutubun-gozuyle-gormek.html
[19] Seyyid Kutub, Hayatı, Fikirleri, Eserleri, Hikmet Yayınları, s.66
[20] Kepel, age. s.48
[21] Çağlayan, age. s216-217
[22] F. Altun, age. s.69
[23] http://www.tarihsuuru.com/tarih/misir-ihvan-i-muslimin-ve-seyyid-kutup.html
[24] http://www.umrandergisi.com/u/umran/pdf/168-1363271560.pdf
[25] Fizilal-i Kur’an, c.1, s.10
[26] Fizilal-i Kur’an, c.1, s.11-12